25 Kasım 2010 Perşembe

HER ŞEY İNSANLAR İÇİN...


bir şarkı geldi kulağıma: ''çok parçalandım parçalandıkça çoğaldım... diye inanmazsam nasıl yaşarım?'' bense çok parçalandım parçalandıkça dağıldım ve söylenemez yaşadığım... hatta, yarınlara umut bağlamasaydım, hayaller kurup onlara tutunup çabalamasaydım belki de çoktan ölmüştüm! ama her düşünüşümde kalbimin atışını hızlandıran o hayaller, umutlar yüzünden mezarlığa döndüm: bir ceset, bir ceset daha ; çocuklarımı gömdüm, gömdüm... gelir geçer, geldi geçti, gelecek geçecek... ha geldi ha gelecek; nasıl gelip nasıl geçecek, ne getirecek ne götürecek... evet, ben de hiçbir şey boşuna yaşanmamıştır diye inandım ama daha nereye kadar avutur beni bu inancım??? bu uykudan da uyandım diyip sevinmek neye yarar... önemli olan, ne kadar bu kabustan aldığın zarar? heleki uykunu almamışsan yeni bir uyku ve yeni bir kabus tetikte boşluğunu bekler... gözünü açsan ne fayda! gözü açık görülür zaten bu rüya... ama bu da gelecek ve geçecek... ne de olsa her şey insanlar için. zorda olsa bu hayatı öğreneceksin. hayat elinden alacak hayallerini, umutlarını, yakınlarını. peki sen onun kazanmasına izin mi vereceksin ? her yenilişte acı da olsa gülümse. hayata ters giydir pabucunu, tökezlesin. eğer onun kurallarıyla girmezsen onun yatağına, asla tekrar kavuşamazsın çocuklarına!

''MAL''

indirime girmişsin sevgilim. benim zamanımda fahişti fiyatın. karaborsada taklitin çoktu ama sen tektin, uzaktan bile belliydi orijinalliğin ve benimdin... atmadım, satmadım, bırakıp kaçmadım! sen kendin gittin. çünkü değerin arttıkça daha da yükseklere dikildi gözlerin... herkes modasın diye geçirdi seni en azından bir kere üzerine. ödünç alınıp verilir oldun arkadaşlar arasında bile. günün birinde patladı kumaşın ve defolular arasına atıldın. artık orta halli bir semtin köhne bir sokağında adı sanı olmayan bir dükkanın önünde duran ve ayağı sallanan bir tezgahın malıydın. mal sahibinin mallar elinde kalmasın diye zararına satış yaptığı ya da çok az kar sağladığı, müşterilerin ise üç kuruş emekli maaşıyla bütçelerini sarsmadan ucuza alışveriş yaptığı bir tezgah... el yordamıyla yokluyorlar seni, giyip çıkarıyorlar; deniyorlar. ve tabiki kusurunu farkedip, beğenmeyip almaktan vazgeçiyorlar! düşün cüzzi fiyatına rağmen alıcın yok! malum defolusun...! =))

bazen yolum düşüyor satıldığın semte, sokağa... uzaktan izliyorum, yanaşsam mı diyorum içimden... eski günlerin hatırına tutup seni elinden götürsem mi??? yaşattıkların gelince de aklıma yok yaaa en iyisi bir de ben deneyip çıkarayım diyorum diğer müşteriler gibi!!! sonra da diyorum yorulmama değmez ki, ne alıp uzaklara gitmeye ne de deneyip çıkarmaya... ben seni eski sen yapınca biliyorumki tekrar gideceksin yahut tadına bakmakla en büyük acıyı ben çekeceğim... ve en sonunda farkettim, senin için yerimden kalkıp buralara gelmek bile aptallık! bu yüzden artık uğramıyorum semtine, sokağına. tabi işim(!) düşerse neden olmasın! ;) ama şunu bilki bir alana bir bedava dönemi başlasa ve bedavası sen olsan aldığım malın, yine de seni kasada bırakırım!!!

19 Kasım 2010 Cuma

+1 (Hiçlik Abidesi)


+1 olduk... ee olduk da n'oldu ya da n'olduk??? tabiki koskoca bir hiçlik abidesi... aslında 17 olduğumdan beri saymıyorum geçen zamanı, aldığım yaşları. kadınların tipik yaşlanma korkuları kaynaklı değil bu tavrım. aslında bu bir tavır da değildi. ama şimdi bir an düşününce tavır gibi geldi bana da; sanki biliçaltıma ittiğim bir tavır... yoksa insan merak etmez mi hiç zamanın nasıl geçtiğini? ama zamanın, yaşın, yaşlanmanın bir önemi yok... hele ki bu devirde her şey hızlıyken... her şey -18 kez... ''hızlı yaşa, genç öl'' felsefesi gitgide gerçeğe daha da yaklaşırken... benim hızım çok sayılmaz ama bu hız erken ölmeme yeter gibi =)) tabi herkese göre değişir erkenin tanımı, o da ayrı bir mesele...

en iyisi biz bırakıp bunları gelelim bugüne. bugünün anlamı mı ne? tozlu sayfalarda mürekkebi silinmiş birkaç tarihi olay, hatrı sayılır derecede çok seveni olan birkaç insanın gözlerini hayata açışı-kapatışı... bir de ismi bilinmeyenler var ya da az bilinenler. onlardan biriyim işte ve ben daha 19 um, yani yeniyim bu işte! :D yeniyim ama aynı zamanda eskiyim. nasıl mı ??? çünkü bu gece ilk defa yaşlandığımı hissettim... hayatı anlamak, hayatı yaşamak, hayatla savaşmak, hayatta kalmak derken yaşlanmışım; kalmamış damağımda eski tadım. ''neydi amaçlarım? nereye yol aldım? sonunda nereye vardım? bundan sonra ne yapacağım?'' hepsi cevapsız... bulunduğum nokta ıpıssız... acıların boyutu sınırsız; yaraların çokluğu sayısız... bedenime döndüremediğim bir ruhum, bir kalbim ve bir beynim var; geziniyorlar ipsiz sapsız... aydınlıktaki karanlıkta yaşamayı da ancak ben becerirdim zaten!

gözlerimdeki yaşlı yaşlardan dolayı, 19 olduğuma inanamayıp cüzdanımdaki nüfusuma baktım tekrar tekrar. yeniden eskiye doğru karıştırdım albümleri, biraz da yokladım zihnimi. hayatımı kimi zaman siyah beyaz yer yer renkli izledim odamın şu boş duvarında; tam bir panaroma... işte asıl yaşlandığımı hissettiğim an bu filmi izlediğim andı... filmin bazı replikleri var hatırımda kalan; hatırladıkça şapşalca sırıtmama sebep olan ya da sinirden düşlerimi gıcırdatan! o repliklerden tepkisiz olduklarım da var; şöyle bir gelip gidenler. işte bunu yazarken bu katagoriden birisi belirdi aklımda; ''bana bu şiirleri, sözleri yazan kızla hemen evlenirdim!'' ... bunu diyene ''yok öyle bi dünya!'' demiştim. çünkü ben kapımda bunca sene bırak kuyruğa girenleri, tek bir kişi bile göremedim!

keşke hiç yazmasaydım... bıraksaydım da başkalarının bana yazmalarını(!) umanlardan olsaydım ve geç güç dert etmeden bir şekilde umduğuma ulaşsaydım... ama bu halimle olduğum yerde kalmışım. hatta olduğum yerde kalsam yine iyi; makarayı tersine sarmışım! uzaklaşmışım sevdiğimden, sevgimden, kendimden adım adım. ve nihayetinde, yazdıklarımda deli gibi haykırdıklarımı içimde bile yaşatamıyorum artık... çünkü çelişkilerimden fırsat bulamıyorum: hem onla birlikte olmak istiyorum hem de onun da bunu istemesinden korkuyorum. küçük bir selam vermekten bile acizim deşifre olma korkusuyla. ama 'o beni neden farketmiyor, sevmiyor' diye de ağlarım utanmadan! deyim yerindeyse; açlığın verdiği cesaretle, yutacağımdan büyük bir lokma ısırıyorum ve o lokma boğazımda düğümlenen bir korku, gözyaşı, acı oluveriyor; yutkunamıyorum; kursağımda kalıyor! yani olmuyor be kardeş... ben içimde yaşatıp içimde öldürmeye ve içimde yaşayıp içimde ölmeye fena alışmışım. yazdıklarımda dolup taşarken yaşadıklarımda körelivermişim... marifet sandığın marifet değilmiş yani; bunca zamandır satırları doldurmakta değilmiş marifet! çünkü yazdıklarımı ait oldukları kişiler hiç bilmedi ki, bilemedi... yazdıklarım adreslerine hiç gitmedi... marifet değil halt ettim! kalemi elime alışımdaki aynı cesareti aynı bende bulamadım severken... içlerinden birisi bile bilmedi hangi ya da herhangi 3-5 satırı onun için yazdığımı ki hala bilmiyor-lar! içim de dışım gibi olsaydı ''ben-onlar'' değil, ''ben-sen= BİZ'' olurdu-K belki... belki de çok farklı şeyler yazardım o andan itibaren... kimbilir belki de yaşamaktan yazmaya vakit bulamazdım! bilemiyorum iyi mi yaptım kötü mü yaptım. ama yazdım yazdım ve yalnızım...

eee +1 olduk ta n'olduk??? koskoca bir hiçlik abidesi... tıpkı yazıklarım gibi... yazdıklarımın da 'hiç' hepsi!!!